Ayasofya, Prenses Gelin ve İnsan Doğası Üzerine Kısa Bir Yazı

” ‘Birinci Bölüm. Gelin.’ Kitabı kaldırdı. ‘Biraz rahatlaman için sana bu kitabı okuyayım.’ Kitabı yüzüme yaklaştırdı. ‘S. Morgenstern yazmış. Florin’li büyük yazar. Prenses Gelin. O da Amerika’ya gelmişti aslında. S. Morgenstern. Mezarı şimdi New York’ta. Kitabı İngilizceye çevrisini kendisi yapmış. Sekiz dil biliyordu.’ Bunu dedikten sonra babam kitabı bıraktı ve tüm parmaklarını kaldırdı. ‘Sekiz. Bir keresinde, Florin şehrinde, onun kafesindeydim.’ Başını iki yana sallıyordu şimdi. Bunu hep yapardı; yanlış bir şey söylediğinde başını iki yana sallardı. ‘Onun kafesi değildi. Aynı anda o da oradaydı, ben de. Onu gördüm. S. Morgenstern’ı. Başı işte bu kadar büyüktü,’ ellerini kocaman bir balon gibi birleştirdi. ‘Florin şehrinde büyük bir insandı. Amerika’da pek öyle sayılmaz ama.’

‘Heyecan uyandıran şeyler var mı peki kitapta?’

Okumaya devam et “Ayasofya, Prenses Gelin ve İnsan Doğası Üzerine Kısa Bir Yazı”

Bu Senenin Kitapları

Evin kitap köşesi burası olsa gerek. Aslında görüldüğü kadar karanlık değil, sadece Polaroid ile yapılan çekimlerde arka plan aydınlıksa, gölgede kalan kısım karanlık çıkıyor. Ahkam keser gibi bunu söylerken de utanmayarak kabul etmem gerekir ki, istediğim poz çıkana kadar bu resmi üç kere çektim. Kaynakların özensiz kullanımını gösteren müthiş bir örnek.


Bu koltuk, manzara ve ayaklarımı uzatmak için kullandığım sehpa, bu sene okuduğum tüm kitaplara eşlik etti sanırım. Son kitabımı bu hafta bitirdim. Bitirdiği kitapların etkisinde birkaç hafta çıkamayan bir karakterim olduğunda da yıl sonuna kadar başka bir kitap bitirebileceğimi pek düşünmüyorum. Ben de bu zamanı, bu sene okuduğum bazı kitaplara dönüp bir kez daha bakmaya ayırmakta karar kıldım.

Okumaya devam et “Bu Senenin Kitapları”

Shadow of the Colossus

Hikayesi detaylandırılmayan bir oyun nasıl zamanla bir dini ögeye dönüştü?

Kan, filizler ve gökyüzü… Bir de ışıktan var edilenleri kontrol edebilecek bir varlık… Derler ki işte o dünyada, kişi isterse ölülerin ruhunu geri getirebilir….

Elimde tuttuğum kutuda ne kadar “PS4 (PlayStation 4)” yazsa da, Shadow of the Colossus aslında 2005 yılında PlayStation 2 için çıkarılmış bir oyun. Fotoğraftaki ise, 2018 yılında yeni nesil oyun konsolları için çıkarılan versiyonu. Grafikler dışında değişen bir şey yok. Hikaye, mekanlar, diyaloglar hatta kuşlar ve balıklar bile aynı tutulmuş.

Oyunun hikayesinden kısaca bahsedeyim. Ana karakterimiz Wander’ın değer verdiği bir kadın olan Mono, kabilenin şamanları tarafından “lanetli bir kaderi olduğu” gerekçesi ile kurban edilir. Wander buna dayanamaz, kabilesinden büyülü bir kılıcı çalar ve Mono’nun cansız bedeni ile Yasak Topraklar’a gelir. Bir şaman, Wander’a Yasak Topraklar’da bir varlığın olduğunu ve onun ölüleri diriltebildiğini söylemiştir. Mono’nun bedeni, büyülü kılıcı ve atı Agro ile Yasak Topraklar’a gelen Wander, şamanın bahsettiği varlık olan Dormin ile bir anlaşma yapar. Dormin, ondan Yasak Topraklar’da gezen 16 devi bulup öldürmesini ister. Eğer bunu yaparsa, Mono’nun dirileceğini söyler. Siz de oyuncu olarak bundan sonra Wander’ı kontrol edersiniz ve 16 devi sırayla bulup öldürmeye çalışırsınız.

En temel hatlarıyla oyunun hikayesi bu. Peki girişte bahsettiğim “oyunun zamanla bir dini ögeye dönüşmesi” olayı nasıl oldu? Anlatayım.

Okumaya devam et “Shadow of the Colossus”

Buranın Renkleri

Pembe dosya.

Komşu çiçeklere zarar vereceğimi düşündüğünden endişeli gözlerle izliyordu beni.

Işık kontrollerine alışmak gerçekten zor. Nar çiçeklerinin rengini tam yakalayamadım bu yüzden.

Eski evimizin önündeki nar ağacı aklıma geldi. Sanırım o ağacı mahallede bir tek annem severdi. Kalanları dibine ya çöp bırakır yada çiçeklerini yolardı.

Devinim

Bu baharın son papatyaları da soldu. 

Baharın sona erdiğini ve narin güzelliklerin geçiciliğini sembolleştiriyor benim için. Sonuçta geçicilik hayatın önemli bir sabiti. Birçok şey değişirken, yerine gelen olgunun geçici olması bir mutlak. Papatyaların bana gösterdiği ise yaşamı sürerken biraz daha gülümsemek için bu değişimleri geçme zamanları gelmeden yakalamakta gerektiğidir.

Yoksa yaşamın ne kadarı insanın kendisinin kontrolünde oluyor ki? Eğer istediğim bir şeyi o an sadece isteyerek kalıp onu hayatımın içine bir şekilde dahil etmeyeceksem, olgu benim ve hayatımın ne kadar bir parçası olabilir ki? Ona ulaşmaya çalışmazsam sadece zaman geçerken aynı dakikaların içerisinde var olmuş ama aramızdaki duvarı yıkıp birbirimize ulaşamamış oluruz.

İnsan varlığı ise zamanla sürekli bir yarış içerisinde olduğu için bu duvarları bir kez daha yıkma şansını elde edememe ihtimali var. Dolayısıyla üstüne gitmeli, duvarları yıkmalı insan. Çiçekler sonraki bahar da açabilir ama zaman bana izin vermeyebilir. Ya da zaman bana izin verebilir ama zarlar bir kez daha aynı rakamlar gelmeyebilir.

Bir zamanlar rüzgarların eskiden söylenen sözleri geri getirebildiğini, bu yüzden de yalnız kaldığında rüzgarı dinlediğini söyleyen birisiyle karşılaşmıştım. Dediğine göre, rüzgar ona çok uzak diyarlarda söylenmiş sözleri getirirdi, o ise dinler, artık bir kez daha duyamayacağı sesleri rüzgarın ona getireceğini umardı.

Bu onun hikayesi.

Okumaya devam et “Devinim”

Kahramanın Yolculuğu

Bu blog’u bir “almanak” olarak tanımladığımdan dolayı, “kahramanın yolculuğu” adlı ilk yazıma ciddi bir tanımla ve uygun bir Polaroid fotoğrafla başlamak uygun olur:

“Bir kahraman olağan dünyadan çıkıp doğaüstü tuhaflıklar bölgesine doğru ilerler:burada masalsı güçlerle karşılaşılır ve kesin bir zafer kazanılır: kahraman bu gizemli maceradan benzerleri üzerinde üstünlük sağlayan bir güçle geri döner.”

Joseph Campbell Kahramanın Sonsuz Yolculuğu kitabında insanların binlerce yıldır okudukları tüm mitolojik öykülerin bu cümle ile özetlenebileceğini söyler. Kahramanlar maceraya çağrılır, engelleri aşar ve artık değişmiş, büyümüş bir şekilde bu maceradan geri dönerler. Karakter bir yüzüğü yok etmeye çağrılır, engelleri aşar, büyür ve geri döner; başka bir karakter insanlığı kurtarmak için uzay yolculuğuna çağrılır, karadeliklerin sırrının çözülmesine yardım eder ve daha olgun olarak geri döner. Birçok hikayede kendisini gösterir bu teori, ama benim için onu ilginç kılan ve benimsememe sebep olan olgu bu değil.

Okumaya devam et “Kahramanın Yolculuğu”